İklim Yasası, Yeni Dönemin Ekonomik ve İdeolojik Baskı Aracı
İklim yasası, kâğıt üzerinde çevreyi koruma amacı taşıyan bir yasal düzenleme gibi görünse de, gerçekte küresel sermaye yapılarının ve ideolojik odakların dayattığı bir baskı aracıdır. Bu yasa, ne çevreyi gerçekten korumakta ne de toplumun faydasını gözetmektedir. Aksine, ekonomik bağımsızlığı zedeleyen, milli egemenliği hiçe sayan ve sosyal adaleti derinleştiren bir sürecin meşrulaştırılmasıdır. İklim yasasına karşı çıkmak; doğaya düşmanlık değil, bu kirli oyunun maskesini indirme cesaretidir.
- Küresel Sermaye Sömürüsünün Yeni Aracı: Yeşil Totalitarizm İklim yasası, iklim değişikliği bahanesiyle küresel elitlerin dayattığı yeni bir düzenin aygıtıdır. Bu düzende:
Fosil yakıt kullanımı "yasaklanarak", gelişmekte olan ülkeler enerji açısından dışa bağımlı hale getirilmektedir.
Yenilenebilir enerji ekipmanlarının neredeyse tamamı, Batılı şirketlerin kontrolündedir. Türbin, güneş paneli, lityum batarya gibi teknolojiler küresel tekellerin tekelindedir.
Bu sistemle Türkiye gibi ülkeler, “yeşil dönüşüm” adı altında borçlandırılmakta ve finansal bağımsızlığını kaybetmektedir.
- Ekonomik Kıyım ve Emekçi Sınıfın Ezilmesi İklim yasası, çevreyi değil; üretimi, emeği ve sanayiyi hedef almaktadır.
Türkiye’de binlerce işçinin çalıştığı kömür santralleri, madencilik alanları ve enerji sanayi hiçbir alternatif sunulmadan tasfiye edilmek istenmektedir.
Bu durum yalnızca işsizlik değil, aynı zamanda bölgesel ekonomik çöküş anlamına gelmektedir.
Yeşil dönüşüm adı altında piyasaya sunulan çözümler – elektrikli araçlar, akıllı ev sistemleri, karbon kredileri – sadece elit sınıfa hizmet etmektedir.
Kısacası bu yasa, emekçiye “sürdürülebilir sefalet”, sermayeye ise “sürdürülebilir kâr” sunmaktadır.
- Bilim Adına Dayatılan İdeolojik Propaganda İklim yasaları, sözde bilimsel gerekçelerle savunulsa da, bu bilimin ne kadar özgür olduğu tartışmalıdır.
Eleştirel akademisyenler, çevre politikalarını sorguladıkları için ya sansürlenmekte ya da itibarsızlaştırılmaktadır.
Bilim, artık tek bir merkezden çıkan raporların mutlak doğru olarak sunulduğu bir propaganda aracına dönüşmüştür.
Gerçek çevre bilimciler, iklim yasalarının doğal dengeyi değil, siyasi gücü merkeze aldığını ifade etmektedir.
Bu yasa, bilimi araçsallaştıran ve toplum mühendisliğini perde arkasında yürüten bir ideolojik dayatmadır.
- Ulusal Egemenliğe Saldırı: Dış Merkezli Yönetişim İklim yasası, yerel değil, küresel merkezlerin yazdığı bir yasal metindir.
Türkiye bu yasa ile birlikte, Avrupa Yeşil Mutabakatı, Paris Anlaşması gibi uluslararası yapıların kalkınma üzerindeki kontrolünü kabul etmiş olmaktadır.
Yasada belirlenen hedefler, yerli ihtiyaç ve önceliklere değil, dış merkezlerin planlarına göre şekillenmektedir.
Böylece, ülkenin tarım politikası Brüksel’de, enerji stratejisi Washington’da, altyapı yatırımları ise Londra’da şekillenmektedir.
Bu durum açıkça ulusal iradenin devre dışı bırakılmasıdır.
- Gerçek Çevreciliğin Manipülasyonu İklim yasası, gerçek çevreciliği değil; göstermelik vitrin çevreciliğini temsil etmektedir.
Doğal alanlar “yeşil enerji” bahanesiyle HES’lere, GES’lere peşkeş çekilmektedir.
Tarım toprakları “sıfır karbon” hedefiyle büyük şirketlerin biyoyakıt projelerine açılmaktadır.
Ormanların yerini, “karbon kredisi” adı altında dikilen gösterişli ama ekosisteme uyumsuz ağaç türleri almaktadır.
Yani iklim yasası, doğayı değil; doğa üzerinden kâr üretmeyi hedefleyen bir düzenin yasal kılıfıdır.
Sonuç: Direniş Bir Zorunluluktur İklim yasasına karşı çıkmak, çevre düşmanlığı değil; yeni sömürü düzenine karşı haklı bir başkaldırıdır.
Bu yasa, halkın değil sermayenin çıkarlarını gözetmektedir.
Bilimi kalkan yaparak düşünce özgürlüğünü kısıtlamakta,
Ulusal egemenliğe darbe vurmaktadır.
Bu nedenle bu yasaya karşı durmak, ekonomik bağımsızlığı, sosyal adaleti ve milli iradeyi savunmak anlamına gelmektedir. Gerçek çevre koruma; bilinçle, halkla, yerelden yukarıya doğru inşa edilmelidir. Yukarıdan aşağıya inen yasalarla değil.