Bilinçaltının Deprem Üssü: Çocukluk Travmalarının Kök Saldığı Alan
Deprem, yalnızca yer kabuğunun ani hareketiyle sınırlı fiziksel bir doğa olayı değildir; psikolojik düzlemde, bireyin hayatının temel yapılarının sarsılması, güven duygusunun zedelenmesi ve aidiyet hissinin bozulmasıyla eşdeğer derin bir metafordur. Günlük hayatta farkında olmadan kullandığımız “Sanki her an her şey çökecek” , “Ayakta kalacak gücüm kalmadı” ya da “Kendimi yerle bir olmuş hissediyorum” gibi ifadeler, bu içsel sarsıntının bilinçaltı yansımalarıdır.
Psikoloji literatüründe ev, yalnızca fiziksel bir barınak değil; güvenlik, aidiyet, kimlik ve süreklilik duygularının sembolü olarak tanımlanır. Carl Gustav Jung’un sembolizm yaklaşımına göre, evin yıkılması ya da zarar görmesi, bilinçaltında “temellerin sallanması” algısını tetikler. Bu nedenle deprem, hem somut hem de soyut düzlemde “köklerin sarsılması” anlamına gelir.
Çocukluk dönemi, psikolojik temellerin atıldığı en hassas gelişim evresidir. Anne-baba çatışmaları, aile içi huzursuzluklar, sık taşınmalar, ani kayıplar veya sevilen birinin ölümü gibi travmatik deneyimler, çocuğun güven duygusunu kalıcı biçimde zedeleyebilir. Bu erken yaşta yaşanan sarsıntılar, bilinçaltında “her şey yıkılabilir” inancını kökleştirir. Yetişkinlikte karşılaşılan belirsizlik, kayıp veya değişim durumları, bu ilk travmatik deneyimin izlerini tetikleyerek yoğun kaygı, çaresizlik ve kontrol kaybı hislerine yol açar.
Bilinçaltındaki “deprem üssü” kavramı, travmanın ilk kez yaşandığı ve kök saldığı psikolojik alanı ifade eder. Bu üs, zaman içinde unutulmuş gibi görünse de, benzer tehdit algılarıyla karşılaşıldığında yeniden aktive olur. Böylece kişi, geçmişteki sarsıntının duygusal yükünü tekrar yaşar. Günlük dilde yer alan “yıkım”, “çöküş” ve “sarsılma” temalı ifadeler, bu içsel depremin sürekliliğini gösterir.
İyileşme süreci, bireyin kendi deprem üssünü fark etmesi ve bu travmatik deneyimleri bilinç düzeyinde anlamlandırmasıyla başlar. Bu farkındalık aşaması, güven temelli yeni bir iç yapı inşa etmeye yardımcı olur. Bu süreçte, geçmişte zayıflayan kökler güçlendirilir, aidiyet ve güven duygusu yeniden tesis edilir. Böylece kişi, hem iç hem dış dünyadaki sarsıntılara karşı daha dirençli hale gelir.
Sonuç olarak, deprem korkusu yalnızca fiziksel bir tehlikeye verilen tepki değil; çocuklukta atılan psikolojik temellerin sarsılmasıyla ilişkili, derin ve karmaşık bir bilinçaltı deneyimidir. “Deprem üssünü” tanımak ve onarmak, yaşamda sağlam bir zemin üzerinde durabilmenin en temel adımıdır.
ESİN ÖZ AKGÜNAY
SOSYOLOG/AİLE DANIŞMANI
BİLİNÇALTI & SEMBOL DANIŞMANI