SOSYAL HAYATA KÜLTÜR EKSENLİ BAKIŞ
Yüzyıllardır süre gelen gelenek görenek ve kültürel değerler dünden bugüne bugünden yarına ışık tutma eğilimindedir. Kültürel değerler, yaşam şartlarının ve koşullarının dar ya da geniş imkanlar sunmasına bağlı olmaksızın kendiliğinden oluşurlar. Ortak yaşamı düzenleyen kişiler arası ilişkileri anlamlı hale getiren değerler bütünü olarak da görülebilir. Bu anlamda araştırmalar yapan sosyoloji biliminin gelişmesine öncülük yapan Émile Durkheim’ın görüşleri hala geçerliğini sürdürmektedir. Kültürel değerleri, kolektif bilinç (Durkheim 1912/1995), Toplumsal İş Bölümü (1893/1984), olarak açıklayan Durkheim; dini ise toplumun kendi değerlerini sembolik olarak yüceltmesiyle oluştuğunu vurgulamıştır. Ona göre kültürel değerler, “kolektif bilinç”in ayrılmaz parçalarıdır. Kolektif bilinç, toplumun ortak duygu ve düşüncelerini yansıtan motivasyon kaynağıdır. Bu güç, bireylerin davranışlarını yönlendirir ve toplumun sürekliliğini sağlar. Değerler, bireyleri birbirine bağlayan görünmez bağlar niteliğindedir. Toplumsal İş Bölümü adlı eserinde dayanışma türlerini açıklamıştır. Geleneksel toplumlarda değerler, homojen yapının ürünü olan mekanik dayanışmayı besler. Modern toplumlarda ise farklılaşmış roller ve işlevler üzerinden oluşan organik dayanışma, değerlerin çeşitlenmesine rağmen toplumun bütünlüğünü korur. Her iki durumda da değerler, toplumsal düzenin merkezindedir. Kültürel değerlerin çoğunlukla kutsal olarak gördükleri din etrafında şekillendiğini, kendi yaşam şartlarında elde ettikleri deneyimlerle sembolik bir anlam yüklendiğini belirtmiştir. Ritüeller, törenler ve dini semboller bireyleri ortak değerler etrafında birleştiren araçlardır. Bu konuyla ilgili diğer ünlü düşünürlerin fikirlerine bakalım: Max Weber anlamlı eylem ve kültürel etkiler olarak yorumlamış. Ona göre sosyoloji ‘’Anlamlı toplumsal eylemleri anlama bilimidir.’’. Bu bağlamda kültürel değerler, bireylerin eylemlerine yön veren en önemli unsurlardır. Weber, özellikle değerlerin ekonomik ve siyasal süreçler üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu ( 1905) adlı eserinde dinin toplumlar üzerindeki etkisini ayrıntılı olarak anlatmıştır. ‘’Protestan ahlakının özünde yer alan çalışma disiplini, tasarruf, rasyonellik ve dünyevi başarıya verilen önem kapitalizmin Batı Avrupa’da gelişmesine zemin hazırlamıştır.”, diyerek dinin toplumsal olayları gerçekleştirmesinde ve insanları bir araya getirmesinde önemli bir birleştirici rol oynadığı görüşünü savunmuştur. Onun hazırladığı yenilik hareketi sayesinde Avrupa’da din ile devlet işlerinde ayrışmalar yaşanmıştır. Böylece insanlar dinden soyutlandığında ortak değerlerde ayrışma yaşamasına ve bireyselliğin hayata geçirilmesine vesile olmuştur. Teknoloji hızla gelişip sosyal yalnızlaşma baş göstermeye başlamıştır.
Sosyoloji ile ilgilenen diğer bir ünlü düşünür Talcott Parsons’a baktığımızda Sistem Teorisi ve Değerlerin İşlevi’nden bahsetmiştir. Parsons, kültürel değerleri toplumsal sistemin işleyişinde temel bir unsur olarak görmüştür. Ona göre toplum, birbiriyle ilişkili alt sistemlerden (ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal) oluşmaktadır. Bu sistemlerin istikrarlı ve sistemli bir şekilde uygulanması kültürel değerlerle mümkün olduğunu savunmuştur. Bütün alt sistemlerin işleyişi ortak değerlerin birleştirici bir norm olduğuna dikkat çekmiştir. Parsons’un Toplumsal Sistem (1951) adlı eserinde geliştirdiği AGIL şeması (Adaptation, Goal attainment, Integration, Latency) toplumsal sistemlerin kuşaklar arasında devam edebilmesi için özellikle “entegrasyon” ve “latency” (gizil kalıp) boyutları üzerinde değerlendirmeler yapmıştır. Kültürel değerler; bireylerin sosyal olarak yapılması gereken görevlerinin yerine getirmede kolaylık sağlayacağını, sosyallikle beraber ortaya çıkan göreneklerinin de bir sonraki nesle aktarılmasının da kültürel aktarım olarak süreceğinin mümkün olduğu düşüncesindedir.
Clifford Geertz de Kültürel Yorum ve Anlam Ağları olarak yorumladığı görüşünde kültürü “anlamlar ağı” olarak tanımlamış. Sosyolojinin bir bilim olarak görevinin anlam ağlarının yorumlayarak geçmişten günümüze köprü olmasını istemiştir. Ona göre kültürel değerler, bireylerin dünyayı nasıl anlamlandırdığının ya da algıladığının ve ilişkilerini buna göre nasıl düzenlediğini gösteren sosyal olgulardır. Geertz’in Kültürlerin Yorumlanması (1973) adlı eserinde sunduğu “yoğun betimleme” yöntemi; kültürel değerlerin yalnızca gözlenen davranışlar üzerinden değil, o davranışların altında yatan anlamlar üzerinden de anlaşılabileceğini savunur. Bir toplumu anlamak için o toplumda sergilenen davranışların o dar çerçeve içerisinde değerlendirip o çerçeve içerisindeki tutumlarının anlamlarını düşünerek yorum yapılması gerektiği konusunda hemfikirim. Sadece salt görünen yüzleriyle anlamak o toplumun gerçeklerini yok saymaktır. Örneğin, bir toplumdaki dini ritüeller sadece dini olarak değerlendirilirse yanlış olur. Bir toplumu değerlendirme markajına alındığında din , ekonomi , siyasi, halkın gelir kaynakları, aile düzenleri, yaşam biçimleri, coğrafi şartları vb. durumlar gibi bütüncül bakış açısıyla değerlendirildiğinde ancak doğru okumalar yapılabilir. Böylece kültürel değerlere uymadaki içsel güçlerin nasıl güçlü olduğu anlaşılabilir.
Geleneksel toplumlarda kendi kurallarına sıkı sıkıya bağlılık, kültürel değerlerin ve geleneklerin sonraki kuşaklara aktarılmasında önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Bu bağlamda günümüzde yerleşik hayata yeni geçilen dönemlerden kalma yaşam biçimlerini hâlâ devam ettiren topluluklar mevcuttur. Bu topluluklar; dış dünyadaki sosyal , ekonomik ve teknolojik gelişmelerden uzak, çamurdan inşa edilmiş evlerde yaşamlarını sürdürebilmektedir. Dinde olmayan fakat zamanla bayrama dönüştürdükleri kendileri için kutsal nitelik kazanmış görenekler de geliştirmişlerdir. Bunun en dikkat çekici örneklerinden biri, Afrika’nın zengin doğal kaynaklarına rağmen yoksulluğu içselleştirmiş Mali’nin küçük bir kasabası olan Cenne’de görülmektedir. 13. yüzyılda inşa edilmiş fakat bugünkü hali 1907 yılına dayanan ve 1988’de UNNECO Dünya Mirası Listesine alınan Cenne Cami, halkın yaşamının tam merkezindedir. Çamurdan yapılan cami, rüzgar ve yağmurdan etkilendiği için her yıl yeniden onarılmaktadır. İlk bakışta çamurdan cami onarımı insana anlamsız gelse de Cenne halkının inancı ve bağlılığı sayesinde bu etkinlik büyük bir dayanışma örneğine dönüşmektedir. Çoluk çocuk, genç yaşlı, zengin fakir demeden köy camisinin tamiri için köy halkı bir araya gelir. Sanki bir panayır kurulmuş da eğleniyorlar gibi büyük bir coşkuyla şarkılar söyleyerek bayram edasıyla yeniden elden geçirirler, yüzyıllık camilerini. Çoğu çocuğun gurur kaynağı sayılabilecek şeylerden uzakta, küçük yaşlardan beri camiye çamur taşımış olmanın haklı gururunu büyük bir şerefle yüreğinde taşıyor çocuklar. Gelecekteki hayalleri köyün yaşça en büyüğü olan ve çamurun olgunlaşma seviyesini en iyi bilen bilgeleri gibi olmak. Bilge dedenin bilgeliği öyle bildiğimiz akademik eğitimle değil de büyüklerinden gördüğü çamurun camiye uygun hale gelmesindeki ustalık. Coğrafyanın verdiği yaşam mücadelesi ve kuşaktan kuşağa aktarılan tecrübelerle kazanılmıştır. Doğal zengin kaynakları sayesinde modern hayata adım atabilecekken pek de umurlarında olmadan sadece bir yıl içinde, bugünü beklemeleri çoğu insan için ilginç bir durumdur.
Açlık ve bulaşıcı hastalıklar yüzünden çocuk ölüm oranlarını yüksek olması da gündelik yaşam tarzlarında bir etki de bırakmıyor. Bu etkinlik sadece bir köy camisi inşası ya da onarımı değil, toplumda birlik beraberlik ve dayanışmanın kültürel bir mirasın aktarımıdır.
Durkheim’in de belirttiği gibi kültürel değerleri, kolektif bilinç, Toplumsal İş Bölümü (1893/1984), ile sosyal hayattaki zorlu hayat koşullarıyla dine yükledikleri toplumsal öğretileri sembolleştirerek hayatlarının tam merkezi haline getirmiş bir grup insan. Weber de Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu ( 1905) adlı eserinde dinin halk üzerinde etkisinin fazlasıyla olduğunu bundan ayrıştırmanın kültürel değerleri de değiştirdiğinde bireyselliğe kayılacağını ama ahlak ile dini ayrılması gerektiğini düşünmüş. Geertz’in Kültürlerin Yorumlanması (1973) adlı eserinde kültürleri anlamanın yaptıkları eylemlerin sebepleriyle içsel süreçlerini anlamakla olduğunu belirtmiştir.
Bir kültürü anlamak için dinden, ekonomiden, siyasetten, sosyal hayattan, yaşam koşullarından ayrı olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım olamaz. Bu bağlamda konuya Multidisipliner arası yaklaşmak daha gerçekçi veriler elde etmemizi sağlar. Cenne halkını anlamak için bir yıl boyunca kendi köylerinde yaşamak, yaşadıkları zorlukları içselleştirmekle mümkün olabilir. Onlarda bulunan birlik ve beraberlik dayanışma ruhu, yaşam koşullarıyla coğrafi şartların ağırlığıyla bir günde ya da bir yılda edilmiş bir şey değil. Nesilden nesle kuşaklar arası aktarılan, genlerden gelen aktarımla bugünlere gelinmiştir. Parsons’un Toplumsal Sistem (1951) adlı eserinde entegrasyon” ve “latency” (gizil kalıp) ifadelerinden bahsetmiştir. Türk Milli Eğitim Sistemi de “Yapılandırmacılık “yaklaşımı uygulamaktadır. Bu yaklaşım der ki : ‘’Öğrenci ,Yaparak yaşayarak ve zengin görsel uyaranla daha etkili bir öğrenme gerçekleştirir .Öğretmenlerinin rol model olmasıyla çocuk , akranlarıyla bulunduğu ortamda gizil öğrenmeler ile farkına varmadan öğrenebilir.’’ Öğrenci küçük bir sınıf ortamında kendi deneyimleyerek model alarak , sınıf içindeki olaylardan farklı uyaranlarla , farkına varmadan çoğu şeyi öğrenebilir.
Yüzyıllardır aktarılan Cenne halkının gelenek görenek ve ananelerinin; o topraklar içinde bulunma, yaparak ve yaşayarak her haline tanık olma (entegrasyon ), toplum içerisinde büyüklerini taklit ederek (model alma) ,farkına varmadan öğrenerek (gizil ),hem yapılandırmacı yaklaşımın ilkeleriyle hem de Parson ‘un “Toplumsal sistem “ teorisiyle örtüşmektedir. Böylece değerlerin aktarımı karmaşık bir hal olmadan kendiliğinden ortaya çıkımıştır. Yaparak, yaşayarak ve gizil öğrenme kültürel değerlerin kuşaklar boyu aktarılmasında ve korunulmasında kolaylık sağlamıştır. Cenne halkının değerlerinin aktarımında ‘’Milli Bayram’’ olarak ilan ettikleri şenlikleriyle hiçbir şeyin onlara hazır sunulmaması , yaptıkları işi çok anlamlı kılıyor. Çabaladıkları her şey için bir bedel ödemeleri ,hayatın anlamını keşfetmelerine sebep olmuştur.
Modern toplumlar da insanların dışlayıcı gözlerle baktıkları bu sosyolojik toplulukların bulunduğu şartlarla kendilerini kabul edip hayata tutunma çabası, her şeyi olduğu halde içsel memnuniyetsizlik yaşayan teknoloji bağımlısı gençlere örnek teşkil etmesi takdire şayandır.
Teknonoloji ile birlikte gelişim gösteren toplumlarda milyonlarca insanın kütüphaneler dolusu kitap yazması ya da okuması hayatın anlamını bulmaya çalışması boşuna mıdır?
Oysa küçücük bir köyde anlam zaten bulunmuş mudur?
Kaynakça:
• Durkheim, E. (1893). The Division of Labour in Society. Paris: Alcan.
• Weber, M. (1905). The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism. London: Allen & Unwin.
• Parsons, T. (1951). The Social System. Glencoe: The Free Press.
• Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures. New York: Basic Books.
• Giddens, A. (2006). Sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
• Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü.