NESLİHAN KARAHAN
COĞRAFİ KİMLİKTEN TOPLUMSAL BENLİĞE
“Nasıl ki bir ağacın kökleri toprakla cem olur; gövdesindeki dallarda yapraklar yeşerir ya sağlam temelli aile kurumu da o nispette nesilden nesile yeşerir.”
Ağaç metaforunu aileye benzettiğim gibi çeşit çeşit, renk renk farklı ürün ve meyvelerden müteşekkil ağaçların da devasa bir ormanda insanlığa sunulmasını dünyaya benzetirim. Öyle bir dünya ki etnik kökenleri nispetinde birbirlerinden faydalanır. İyiyi, kötüden damıtarak ikram eder âdem oğluna.
Yanlışa doğruya dokunmadan farklı fikirleri bünyelerinde eritirler zirâ doğrunun tam izâhının mümkün olmadığını, her kesime göre doğru tanımının/olanın göreceli olduğunu bilirler ve saygıyla kabul ederler. Ama kendi doğrularının sınırlarını korumayı ihmal etmezler.
Lâkin coğrafi geçerliliği sınırlı kalan bu metafor günümüze kadar uzanan yeşermeyen tohumları gözler önüne sermiş bulunmakta. Toplumsal hafıza zamana yenik düşerek bu duruma alışırken duyarsız olmakta. İnsan alıştığı bir şeyin esiri olup kimi zaman ona duyarsız kalabilmektedir. Oysa sadece istatistiksel tablodan ibaret değildi can kaybı. Canların ardında kalanların çaresizliği boşlukta çınlayan sayhada kaybolup gidiyor. Toplumsal kuruluşların verileri buharlaşıp uçuyor sonuç âkim kalıyordu. Bir milletin tarihi yok olurken izleyici olmanın azabı bağrımızda kalıyordu bir de.
Dünya sahnesi, ötelerden belirlenmiş oyunun parçası olarak kurulu olmakla birlikte, oyuncuları kendi repliklerinden önceden haberdar olmayan bir platforma benziyordu bu haliyle. Kimi roller var oluşa kimi roller yok oluşa sevk ediyordu.
İbni Haldun perspektifinden konuşacak olursak asabiyet kavramı günümüzde bazı toplumlar için geçerliliğini sürdürememektedir. Asabiyet, nesep, soy itibarını baz alarak yakınlık, akrabalık, ünsiyet kavramlarıyla açıklanır kelime manasında. Ancak asabiyet kavramının açıldıkça açılan katmer katmer yayılan akrabalık manası toplumsal olana da sirayet etmiştir. Bu haliyle asabiyet kavramı; milli, dini, küresel, siyasi bilinç, küresel bilinç olarak alt katmanların iç içe geçmesiyle, toplumsal düzenin beraberliğinde, toplumsal değişime hizmet etmek için etkileşim içinde olması gerekir aslında.
Bu itibarın aksi olan toplumlarda güvensizliğin hakimiyetiyle içsel bir yenilgi baş göstermektedir. Korku düzeni bozmakta ve muhalif gücünü bundan almakla daha da asi olmaktadır. Asabiyetin ulusa ve uluslararası uygulanması her iki tarafı/tarafları etik hukuka çağırır.
Ne var ki asabiyet, toplumun en küçük birimi olan ailede yeşermektedir ilk önce.Anne baba tutumu çocuklara sirayet etmekte ve sonraki adımlar için kılavuz niteliği taşımaktadır.Her grubun ya da ailenin bireyi o grubun kimliği olmaktadır adeta. Bir nevi prototip de diyebiliriz.
Çocuklar yaşadığı aile ve toplumun küçük nüshasına dönüşür sonra. Coğrafya ister istemez etki faktöründedir. Sınıf, ulus ve devlet unsurları 20.yy. sonrası savaş kavramını tetikler niteliktedir adeta.
Biliyor musun sevgili okuyucu? Başlangıçta değindiğim ağaç metaforuna tekrar bakacak olursak doğada şahit olduğum bir durumu asabiyet kavramıyla özdeşleştirdiğimi söyleyebilirim.
Şöyle ki güneşin ikindi vaktine esir düşmüş ışınları denize yansıyorken sahilde yürüyüş yapıyordum. Güneş ışıl ışıl yakamozları eşliğinde kımıl kımıldı. Dalgalar ile yakalamaca oynar gibiydiler. Her yansımada dalgalar ışınları yakalamaya çalışıyordu. Bense onları seyir halinde iken eşzamanlı olarak daha da yakınına varmaya çalıştıkça ulaştığım yerde kayboluyor, öteye gidiyordu ışınlar.
Bir türlü ulaşamıyorum. Sahil sonuna vardığımda, ışınlar tümüyle en yakındaki ağaçta cem olmuşçasına yansıyor olduğunu gördüm. Ansızın poyraz esintiyle doğa ikindi mahmurluğundan uyandı. Ağaç yapraklarından dökülenler oldu. Savruldu toprağa, belli ki toprak onları tekrar içine çekecek başka kök ağaçta can bulacak. Güneşin akisleri bünyesinde saklı halde yeniden insanlığa oksijen sunarken hayata gerekli yaşamın kapısını aralayacak.
Tıpkı aileden teslim alınan asabiyetin milli asabiyete evrilmesi ve genişlemesi gibi.