Bir sabah kalktığımızda artık hayatımızda olan bir misafirden söz etmek istiyorum. Salgın… İşlerimizin en yoğun döneminde, tatilde, yıllık yatırım planları yaparken yakalandık bu telaşa. Tüm dünya durdu, planlar iptal oldu, ödevini yaparken yavrular okulsuz, arkadaşsız kaldı. Masamızda yarım bıraktığımız işlere gidemeyeceğimizi öğrendik aniden. Öncesinde anlamı cilt bakımından öteye gidemeyen “maske”ler yeni bir işlev kazandı; dezenfektanlar, kolonyalar evlerimizin başköşesindeki yerini aldı.
Salgın ile birlikte bir terim daha girdi hayatımıza: “Sosyal Mesafe!” İçinde bulunduğumuz sürece ne kadar uyuyor bu kavram? Günlerce üzerinde düşündüm, ısrarla telaffuzundan kaçındım ve her defasında “Sosyal mesafeye değil, fiziksel mesafe!” diyerek düzelttim düşüncelerimi. Bir gün Necdet Topçu Hocamın da bu hususa değindiğine şahit oldum, bu tevafuk sayesinde doğruladım düşüncelerimi.
Evet, fiziksel mesafede kalıyoruz ve sosyal paylaşımlardan faydalanarak yaşadığımız bu dönemin zorluklarını en aza indirgemeye çalışıyoruz. Kimimiz temizlik takıntısı ve hastalık korkusunun çıkmazına girerken; kimimiz de zorunlu hâlleri fırsata çevirmeye koyulduk. Karınca kararınca -ve teknolojinin yardımıyla- herkes, elinden geleni yapmaya başladı. Motivasyon konuşmaları, canlı yayınlar, ücretsiz danışmanlık… Fiziksel yalnızlığımıza rağmen daha sosyal olmaya başladık.
Bu davetsiz misafir gelmeden evvel biz neler yapıyorduk? Sahip olduğumuz fiziksel yakınlığın önemine varamayacak kadar yoğunduk. Aynı evde, ayrı odalarda, farklı cumhuriyetler kuruyorduk. Zevklerimiz ve alışkanlıklarımız öylesine bireyseldi ki hafta sonları bir araya gelmeye “toplu etkinlik” demeye başlamıştık. Sınıfsal farklılıklar, fikir ayrılıkları, statü… Ne çok şey vardı bizi birbirimizden ayrı tutan.
Sanayi çağı, bilgi çağı, teknoloji çağı derken hız çağında, yalnızlıkların ve tüketimin esiri olmuştuk. Gelişim ve değişim, sürecin gerekliliğidir elbet! Lakin biz bunun bile farkına varamayacak kadar yoğunduk. Hep eksikliğini hissettiğimiz bir şeyler vardı. Her geçen gün yükselen “ulaşma” skalasında, kendi adımlarımızı saymaktan yorulmuştuk. Yardımlaşma, eşitlik, huzur gibi değerler “sosyal olma bayrağı” altındaki bir gösteriye dönüşüyor ve içselleştirilemiyordu. En acısı ki çocuklar, iyi anne-baba olma yarışındakilerin projesi olarak büyüyordu…
Davetsiz misafir, “Dur!” dedi herkese ve her şeye; hiç durmayacak sandıklarımıza bile. Maneviyatımızı besleyen tüm değerleri “gelenek, eski kafa” diyerek tam da rafa kaldırıyorken, “Dur!” dedi. Değerini anlamak uğruna kaybetmen gerekmeden dur! Her şey için geç olmadan dur! Kendinden daha fazla uzaklaşmadan dur! Her şeyin sahibi olamayacağını bilerek dur! Değer yargılarını yeniden sıralamak için dur!
Sevmedik bu misafiri, sevmeyeceğiz de! Hayatın bize verdiği mesajları okuyoruz sadece. Yıprandık, üzüldük ve çok şey feda ettik. Suyla sabunla çıkmayan, zihnimizdeki kirlerden, fazlalıklarımızdan temizlenmeye ve arınmaya koyulduk.
Yaşam akışını durdurarak bizi eşitleyen salgının, çaresinin de eşit bir şekilde paylaşıldığı sağlıklı birlik beraberlik temennisi ile fiziksel mesafeyi koruyalım, duygusal mesafeyi azaltalım. Güzel hisler ve yardımlaşma eylemi içerisinde sosyalleşelim…
EMİNE TİLAVEL