Sosyolog Dergisi Bir DUSODER Yayınıdır

Kapatmak için ESC Tuşuna Basın

ANDA KALMAK

Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde geçer Carpe Diem. Gününü gün et, zamanın tadını çıkar, günü yakala, anı yaşa gibi anlamlarda kullanılır.  Geçmiş ve geleceği düşünmeden, sadece bugünde, bu saat ve bu dakikada olmak ruhumuz ve bedenimiz ile. Geçmiş yaşanmış bitmiş, gelecek ise henüz daha gelmedi. Ama biz, şu anda buradayız.  Fakat hız, anı yaşamamıza engel oluyor. Günümüz toplumunda artık hızlı olmayan hiçbir şey yok neredeyse. Hız, hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Aynı zamanda, hayatımızın anlamını kara bir delik gibi yutan da yine hız.  Yaşıyoruz ama hızlı hızlı, sonu gelmeyen bir telaş içerisinde. Sevmeden, sevilmeden, hissetmeden, dokunmadan, sevdiklerimize vakit ayırmadan. Neye yetişmeye çalıştığımızı, nereye koştuğumuzu bilmeden olanca hızımızla koşuyoruz.

             Sürekli bir şeylerle meşgul olduğumuzda, hayatın hızına kapılıp gittiğimizde, aslında bize iyi gelen çoğu şeyi de kaybediyoruz farkında olmadan. Mesela gökyüzünün mavi enginliğinde uçan kuşların birlik ve beraberliğini, yoldan geçen masum yüzlü bir çocuğun, dünyalara bedel gülümsemesini, bir kahvenin tadını ya da çocuklarımız ve ailemiz ile yarım saat hiçbir şey ile meşgul olmadan sohbet etmenin eşsiz huzurunu ıskalıyoruz. Hayatımız otomatiğe bağlanmış bir araç gibi ilerliyor. Bu hızın içerisinde kendimizi ve kendi belleğimizi unutuyoruz. Hayatımızın her alanını, cep telefonları ve sosyal medya işgal etmiş durumda. Güzel ve değerli zamanlarımızı fotoğraf karesine sığdırma çabası, o anın değerini söküp atıyor. Yaşadığımız anın güzelliğinin yerini sosyal medyada kaç kişi beğenmiş kaygısı alıyor. Zaman çok hızlı geçiyor diye dert yanıyoruz belki de çoğu kez.  Ama hızlı olan zaman mı bizim hayatlarımız mı bilinmez.

Çocukluğumda zaman sanki daha yavaş ilerlerdi diye düşünürdüm hep. Çünkü o zaman değerlerimizi yaşamamız için fırsatımız çoktu. Komşuluk dayanışması vardı. Ailemiz ile doya doya vakit geçirebiliyorduk. Aynı oda içerisinde birbirimize bu kadar yabancı değildik.  Sosyal medya evimizin içine kadar girmemişti henüz.  Kendimizi bu kadar yalnız hissetmiyorduk ve belki de bütün bu güzel değerlerimizle birlikte huzurumuz çoktu.   Günler aylara aylar yıllara döndü, büyüdük. Zaman değiştikçe büyük binalar, yeni yollar yapılmaya başlandı. Sokaklarda çocukların oynayacakları alanlar kalmadı… Mahalle kavramı neredeyse yok olmaya yüz tuttu.   Azalan komşuluk ilişkilerine pandemi süreci de eklenince değerlerimize çok uzak kaldık. Ruhlarımız tatminsiz ve huzursuz olmaya başladı gittikçe. Ruhumuzun boşluklarını maddi ve geçici metalarla doldurunca da toplumsal bunalım kaçınılmaz oldu. Bütün bu olumsuzluklar içerisindeki şimdiki dünya, geçmişten çok farklı olsa da, mevcut şartlarda hızımızı, koşturmacamızı biraz olsun azaltıp kendimize dönebiliriz. Değer odaklı yaşayabiliriz mesela.  Beş dakika, sessiz bir mola ya da telefon olmadan yapacağımız ufak bir yürüyüş bize kendimizi iyi hissettirebilir. Eğer hayattalarsa, anne babamızın ya da çocuklarımızın gözlerinin içine bakarak içten bir şekilde sohbet edebiliriz. “Ama çok yoğunum” bahanesini bir kenara bırakıp, sürekli üzerimize aldığımız fazlaca işlerin bir kısmını bırakabilir ve öncelik sırası belirleyebiliriz. Her şeye yetişmek zorunda değiliz. Olduğu kadar.  Her şeyi tam yapamamak gayet insani ve hayatin ritminde olan doğal bir şey.

Hayatın karmaşasından bunaldığımda benim yaptığım en güzel şey, eğer imkânım varsa vapurla Karaköy’e geçmek olur. Sadece denizi, martıları ve İstanbul’un eşsiz güzelliklerini seyre dalmak...Rüzgârı yüzümde hissetmek, denizin kokusunu içime çekmek. Eğer imkânım yoksa da beş dakika herkesten uzakta bir yerde, sakince oturarak kahvemi ya da çayımı yudumlamak, geçmişin ahlarından ve geleceğin endişesinden uzaklaşarak. Ya da çocuklarımı sevgiyle seyretmek beş dakika.  Uzun zamandır sesini duymadığım bir arkadaşımı arayıp onunla sohbet etmek. Hayat böyle sanki biraz yavaşlıyor ve biraz daha yaşanılası bir hale bürünüyor.

Anı yaşamak bize uzun süredir hissetmediğimiz güzel duyguları ruhumuza yaşatacaktır emin olun. Hızla geçen yeni dünyaya inat yavaşlayalım. Biraz mola verelim koşturmacaya ve özümüze dönelim. Önce kendimizi sevip kendimize şefkatle davranmaya vakit ayıralım. Ardından başkalarını sevelim. Hayatın ritmini yakalayıp anda kalalım…



 

Esra AKDAŞ


 

 

Leave a comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Dergiler